- Doğanın için de harika bir kahvaltı…
Cumartesi günü bir turla birlikte Sapanca – Maşukiye gezisine katıldım. Daha önce bu tarz günübirlik bir tura katılmamıştım. O yüzden oldukça eğlenceli geldi bana hem yeni dostlar edindim hem de daha önce görmediğim yerleri, ya da gördüğüm ama geçmişini bilmediğim yerleri tekrar gezdim.
Nokta Tur ve rehberimiz Bedriye Hanım gerçekten çok ilgili ve sempatikti bu konuda çok memnun kaldığımı söyleyebilirim. Sabah kalkış noktalarına geç kalanları beklediğimiz için gezimiz biraz gecikmeli başladı. Tabi otobüsün içindeki eğlenceyi saymıyorum şarkılar,türküler haydi hoppala derken ilk durağımız yani kahvaltı edeceğimiz yer olan Sapanca Gölevi’ne vardık.
- Ağaçlar Gökyüzünü kapatıyor ne harika bir manzara
Göl kenarında, yeşillikler içerisinde manzarası harika bir yerdi. Ancak bu tarz yerlerde nedense garsonlar çok kaba oluyor servis ve garsonlar kötü ama yeni başlayan arkadaşlıklar ,gölün güzelliği,hava ve doğayla baş başa bir kahvaltı bu eksikliği görmemizi engelleyecek kadar güzeldi.
- İskele de soğuk bir içecek eşliğinde göl manzaralı bir gün için
Kahvaltıdan sonra rehberimiz bize Sapanca Gölü ile İzmit Gölü’nün aynı sanıldığını ama ikisinin ayrı olduğunu ve birbirlerinden tamamen bağımsız olduğunu anlattı ve de tabi ki Sapanca Gölü’nün meşhur efsanesini; buyurun okuyun…
“Bir zamanlar Sapanca Gölü’nün yerinde verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama , gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı’nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, bir eren, kasabaya inmiş. Selâm vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse buyur etmemiş. hangi Kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış. Bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş akşama kadar yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, uzakta küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelirken, ‘Bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum’ diye düşünmüş. Burası, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının is yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı:
– Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi simdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı’ya niyaz ediyordum, demiş.
Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı’dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüsünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu göle Sapanca adını vermişler.”
Kahvaltıdan sonra biraz iskele de takıldık resimleri çekildik sonra da otobüslerimize doluşup Maşukiye’ye doğru yola çıktık.
- Şelaleeeee
Maşukiye Alabalık Merkezi olarak biliniyor. Burada havuzlardan canlı canlı seçeceğiniz alabalıklar pişirilip size servis ediliyor. Trekking sporu için çok önemli bir yer bizim gezimiz kısaydı ama benim gibi ham bir yürüyüşçüyü oldukça zorladı diyebilirim.
- Alabalık yiyebileceğiniz yerler derelerin üstüne kurulmuş
Turdan sonra otobüsle öğle yemeğimizi yiyeceğimiz ve isteyenlerin paintball, Atv ye binmek gibi aktivitelerden faydalanabileceği alana gittik. Akşam saat 17:40’ta da dönüş için yola koyulduk. Gene şarkılar, türküler … Güzel ama çok yorucu bir gündü. Vallahi şu an her yerim ağrıyor hehehe…